MENÜ

Fotografinin Sanatsal Boyutunu İncelemede Bir Yöntem Araştırması

* AFSAD (Ankara Fotograf Sanatçıları Derneği), 4. Fotograf Sempozyumu, 21 – 22 Kasım 1992, AFSAD Yayınları No:23, Ankara, Bildiriler kitabı, Sf. 219 – 233


“Fotografinin Sanatsal Boyutunu İncelemede Bir Yöntem Araştırması” başlıklı bildiri, konunun derinlemesine incelenmesi durumunda ortaya çıkan çok boyutluluk nedeniyle, biraz sonra aktarmaya çalışacağım düşünsel dizine bağlı bir kapsam oluşturmaktadır.

Araştırmanın amacı, fotografinin sanatsal boyutuna ışık tutmak, sorulmuş ancak cevap bulamamış sorulara açıklık getirmek, sorulacak yeni sorulara cevap oluşturmak, şimdiye kadar ileri sürümüş tezlere karşıt tezler üretmektir.

Bu araştırmada, metodolojik düşüncenin 2 önemli ilkesi esas alındı: Birincisi; önyargıdan uzak bir değerlendirme, İkincisi; şeffaflık ilkesi. “İki boyutlu yüzey üzerine fiziksel ve kimyasal yöntemlerle gerçekleştirilen her şey fotografidir” genellemesinden hareket ile, karşıt tezlerin savunulmasında bütünü parçalamamak için tür ayırımına gidilmedi.

Aktarmaya çalışacağım çerçeve içinde düşünceler eleştiri ve tartışmalara açıktır.

Giriş

70’li yıllarda, deneysel fotografi üzerine Almanya’da tamamladığım ihtisas eğitimi sürecinde, Karl Pawek’in, içinde bulunduğumuz çağı optik çağ olarak nitelendirişini daha dün gibi hatırlıyorum. Bu dönemde fotografinin tüm kanalları ile yaşantımıza girdiğini gözledik. Bilim, teknik ve endüstri ondan çok şey öğrendi; boyutlarını onun olanakları ile genişletti. Bugün düşünüyorum ve izliyorum ki, optik çağ bilim, teknik ve endüstrinin gelişmesini sağlamasının dışında öz varlığı olan fotografiye, fotografinin sanatsal boyutuna çok şey katamadı. Halbuki endüstri çağı, üç yeni buluşla dünyayı temelinden değiştirmişti: Pusulanın keşfi, barutun keşfi ve matbaanın keşfi. Endüstri-ötesi olarak da tanımlayabileceğimiz, bugün ve geleceği biçimlendiren Tekno-tronik Çağ’da, bu üç köşeli üçgene paralel eşdeğerleri bulabiliyoruz:

  • Pusulaya karşı, sosyal-ekonomik ve politik davranışları etkileyen ve uzayın algılanması olayını sağlayan bilgisayarın keşfi,
  • Baruta karşı, savaşın doğasını kökünden değiştiren nükleer gücün icadı,
  • Matbaaya karşı, tüm insanlığı dünya çapındaki yığınsal iletişim ağında birleştiren elektronik haberleşmenin bulunuşu.

İşte, Tekno-tronik Çağ bütün bu faktörlerin bileşkesidir.

Her tarihsel dönem kendine özgü sanatsal anlatım biçimlerini, politik ve düşünsel yapısını bünyesinde oluşturur. Bu bir olgudur, bunu biliyoruz. Elektroniğin gittikçe insanın yerini aldığı böylesine bir tekno-tronik çağda, araya bir başka sanat türü girmez ise, dokuzuncu ve sonuncu sırada konumunu şimdilik koruyan fotografinin, bütün içinde sanatsal yerinin olup olmadığı tartışmasının ağırlıklı olarak yapılması gerekirken, polemik konuları üzerine yazılan yazılarla kendi içgüdülerimizi tatmine çalışıyoruz. Bu konuda o denli başarılıyız ki, sanatsal fotografiyi sanatsal olmayanından ayıran ölçütler, reçeteler ortaya koymaya özellikle çaba gösteriyoruz. Francis Bacon (1561-1626)’ın metodolojik düşünme içindeki hareket noktalarından biri şudur: “Doğru yolda yürüyen bir topal, yolunu şaşırmış iyi bir koşucuyu geçer.” Bu ne demektir? Bu, yavaş adımlarla da olsa, güvenilir bir biçimde doğru yolda ilerlemek gerektiğidir. Sözüm iyi koşucuyadır ki, gün gelir çevrenize baktığınızda kör-topal da olsa gelişim süreçlerini sürdüren ve fotografiden yeterince yararlanmasını bilen diğerlerinin çok gerisinde kaldığınızı fark edersiniz. Ayrıca, çağdaş düzene geçişte, pek çok kavram ve disiplinin alışıla gelenin dışında veya ötesinde tanımlara, yorumlara ve değerlendirmelere kavuşturulduğunu da unutmamak gerekir.

Bu kısa açıklamalardan sonra, bir yandan teknolojik diğer yandan insancıl yönü ile çelişkiler yumağı oluşturan fotografinin sanat tanımı ve kapsamı üzerinde ciddiyetle durulması gerektiğine inanıyorum. Bir yandan Pop-Art’ın en önde gelen temsilcilerinden Andy Warhol’un, “Umuyorum ki bir gün, her şey sanat eseri haline gelecek” dediği, öte yandan; dünyada hala büyük bir kitlenin güvenerek başvurduğu Renkli Larus Sözlüğünde “İnsanoğlu tarafından yaratılan yapıtlarda güzellik ülküsünün ifadesi” olarak 19’uncu yüzyıldan kalan bir görüşle tanımlanan sanat kavramını, bugünden yarına uzanan süreçte gerçek yerine oturtmak, bu süreç içinde fotografinin konumuna belirginlik getirmek gerekir.

Polemik yazıları ile birbirimizi üzeceğimize, kırgınlıklar yaratacağımıza, yaratıcı zekamızı bu doğrultuda kullanalım! Ve bunu yaparken dernekleri rahat bırakalım! Çünkü problemin çözümsüzlüğünü derneklerde aramak bir taktik saptırmadır.

Tekrar konumuza dönersek; fotografi, dünden bugüne uzanan çizgide kullanıldığı ve çoğu kez de birbirini kesen alanlar içinde;

  1. Yeniden üretimdir,
  2. Belgedir,
  3. Bilimdir,
  4. Pedagojidir,
  5. Sanattır,
  6. Hobidir.

Gündelik yaşantımızın her anını şu veya bu biçimde dolduran görsel yapılanma içinde fotografinin yalnızca yeniden üretim yönüne dikkat çekilmektedir. Şöyle ki:

  1. Amatör fotografi anlayışı içinde an’ın saptanması,
  2. Basında nesnenin doğasına uygunluk,
  3. Bilimde araştırma nedeni olan fenomenlerin belgelenmesi.

Bu görünüş, fotografinin günümüze kadar uzanan gelişim çizgisi içinde izlediği amaca aslında uygundur: Nesnel gerçekliğin imgelenmesi işlevini teknolojik yapısındaki beceriklikle üstlenen fotografi, geçmişte olağanüstü bir gelişme olarak nitelendirilmişti. Bu açıdan yaklaşıldığında, fotografinin kusursuz bir araç olduğu görünüşü karşımıza çıkar. Çünkü, sinematografi dahil birçok elektronik aygıt onun prensipleri ile işlevini sürdürmektedir. Fakat farklı bir açıdan bakıldığında, bugünü ve geleceği biçimlendiren yoğun bir değişimin içinde buluyoruz kendimizi. Bu noktada, fotografinin işlevinin yeni yapılanma içinde değişime bağlı olarak genişletilmesi veya yeni işlevler yüklenmesi söz konusu olabilir mi? sorusunu yönelttiğimizde, süreç bu sorunun cevabını da hazırlamıştır: Fotografi Sanattır!

Fotografinin Sanata Getirdikleri ve Götürdükleri

Geçmişe bir göz atıldığında, eski çağlara söze dayalı iletişimin egemen olduğu görülür: Efsaneler olsun, bin bir gece masalları olsun, hep sözle aktarılırdı. Yeni Çağ’dan bu yana ise, bir roman türü ortaya çıktı ki, bu ilk romanlar, uzun roman türünde eserlerdi. Endüstri devriminin yaşama egemen olduğundan bu yana ise, artık uzun uzadıya yazılmış romanlardan hoşlanılmıyor. Kısa romanın, hatta hikayenin dahi kısası tercih ediliyor. Kısa roman ve hikaye, endüstri devrimini tanımlayan çok güzel bir örnektir. Çünkü çağımız insanı acelecidir, sabırsızdır. Çabucak bıkma ve sıkılma tüm insanlığın ortak bir özelliği olmuştur artık.

Hatta bugün, sözlü iletişim ve okumanın yerini büyük ölçüde imajla anlatım almış gibi gözüküyor. Öyle ki, uzun yazılı romanlar yerini, resimli roman, foto-roman gibi yeni bir türe bıraktı.

İmajla anlatım eskiden ressam ve heykeltıraşın görevi idi. Bu görev çağımızda yerini, imajı mekanik olarak saptayan fotografi ve filme bırakmıştır. Fotografi, imaj işini üzerine alınca ressamın bu alandaki anlatım görevi sona eriyordu. Böylece ressamın, nesnenin optik görüntüsünü yakalamada yararlandığı akademik etütlere, modelden çalışmalara artık ihtiyacı kalmıyordu. Claude Delmas’ın Avrupa Uygarlık Tarihi kitabında belirttiği gibi, portreler, manzaralar, akademik desenler, ressamın imajla ilgili yansıtma görevi ile birlikte önemlerini yitirmektedirler.

Buradan çıkartılacak sonuç şudur: Endüstri Devrimi’nin yarattığı huzursuzluk karşısında, bireyin kendi iç dünyasına geri çekilmesi gibi, fotografinin de yer kapma saldırısı karşısında, resimdeki natüralist (doğalcı) betimleme, yani nesne ve figür anlatımı, kısaca imaja yönelik anlatım önemini yitirdi. Fotografinin bu alandaki egemenliği karşısında şaşkınlık geçiren sanatçı, bir müddet fotografi ile yarışmış, fakat sonunda bu yarıştan çekilerek nesneyi parçalamış ve onun parçalarını, fotografinin başaramayacağı biçimde birleştirerek kullanmaya yönelmiştir. Fakat bugün fotografi, resmin soyut olanaklarına da el atmıştır. Bu rekabet ortamı resim sanatına zor anlar yaşatmıştır. Çağımızın yarattığı değişik etkenlerden ve teknolojik olanaklardan sonra imajdan sonuç alma ümidi kaybolunca, sanatçı önce yaptığı nesnel çalışmada natüralist betimlemeyi ortadan kaldırmış, renk ve yüzeylerin soyut düzenlenmesine yönelmeyi sanatsal çalışmanın devamı için bir çözüm olarak görmüştür.

İşte kanımca, konunun incelenmesinde asıl sorun burada yatmaktadır. Çağımızda sanatçının yarattığı biçimi ve rengi, nesne görüntüsü ile sınırlı yeniden üretimi veya gerçeğin yeniden tanımlanması işlevini gören fotografi elde edememektedir. Çünkü fotografi, teknolojik yapısı gereği dün ne ise, bugün de odur. Yani, geçmişteki natüralist resim anlayışının hala daha perfekt bir çocuğu durumundadır. Bugün için mekanik aracın başarabildiklerinin dışında kalan anlatımlar, sanatçının payına düşmektedir ve bu yeni görev bölümü -bugün de izlediğimiz gibi- zaten kendiliğinden oluşmaktadır.

Fotografi ve Gerçekçilik

“Ben basın fotografçısıyım. Fotograflarım izlenimci ve dışavurumcu yaklaşımdan çok natüralist (doğalcı), daha açık söylemek gerekirse gerçeklik anlayışı sınırları içindedir.” ¹
¹ Alman Fotografçılar Topluluğu’nun yıllık oturumu, 1973, “Fotoğrafı, Film ve Televizyonda Araç Olarak Renk”, Leverkusen

Tanınmış basın fotografçısı Robert Lebeck, “Foto-röportajda Renk Sorunsalı” başlıklı bir tartışmada, çalışmaları üzerine fikirlerini bu biçimde açıklıyordu.  Bu tanımlama, çok yönlü görünüşü açısından konumuz için oldukça ilginçtir:

  1. İlk bakışta arka arkaya sıralanan kavramlar, fotografinin farklı anlatım olanaklarının varlığını içeriyor.
  2. Sıraladığı farklı yaklaşımlardan bazılarını reddederek, araç ile olan ilişkisindeki kişisel tavrını ortaya koyuyor.
  3. Lebeck’in tanımı hem nesnenin dış gerçekliğini hem de nesnenin varoluş nedenine yönelik gerçek bir imajı yansıtan bir çift kavramı yani natüralist – gerçekçi yaklaşımı içeriyor.

Bu her iki kavram, belirli bir dönemi özgünleştiren, bugün için çok fazla yararlı olmayan bir yaklaşımı belirler. Natüralist yaklaşım sanatsal bir akım olmaktan çok betimlemedir. Gerçekçilik ise, sanatın yardımıyla sosyal gerçekliğin betimlenmesi anlamında bir eğilim olup, eleştirel bir yapısı vardır.

Hangi eğilimde olursa olsun fotografi, nesnel olarak varlığını sürdüren nesne dünyasının öznel bir anlamlandırmasıdır. İmajın ulaştığı kitle ise, bu doğrultuda öznel anlamlandırandır. Anlamlıyanın, imajın kendisi olarak ürettiği foto – grafik gösterge, anlamlarına ayıran kitleye devimsiz benzeşme yolu ile ulaşır. İmajın anlamlara ayrılması ise, karşılaştırma yöntemi ile gerçekleşir. İmajın, mesaj taşıma ve aktarma özelliğinden dolayı fotografi iletişimsel bir araçtır.

Fotografi dışavurumcu niteliğinden dolayı geniş bir kitle tarafından -çok sık polemik konusu da yapılan- gerçekçi bir iletişim aracı olarak nitelendirilmiştir. Gerçekliği vurgulamak, birçoğunun ileri sürdüğü gibi, fotografinin vazgeçilmez varlık nedenidir. Halbuki fotografi ile dışa vurulan gerçeklik ne bir sanatsal uğraşı ne de bir sitildir. Nesnelere yüklenebilecek bilinçli yanlış anlamlar, önyargılı yaklaşımlar, imaja yönelik anlam açılımında şüpheyi de birlikte taşırlar. Çünkü her insanın yapısı, içinde yaşadığı çevre, gördüğü eğitim ve öğretim, sahip olduğu karakter önyargıların kaynağı olmaktadır. İnsanlar çevrelerine içine kapanmış oldukları mağaralarından bakmaktadırlar. Önyargılarımızın büyük bir bölümü de konuştuğumuz dilin ve mesaj aktarımında kullandığımız sözcüklerin farklılığından doğmaktadır. Çünkü geçmişin bazı düşünce kalıpları, dil kalıpları halinde bize kadar gelerek önyargılara neden olmaktadır.

Fotografi, gerçeğe yaklaşımında tümevarım yöntemini temel alır. Buna göre doğayı tanımanın tek ve kaçınılmaz yöntemi tümevarımdır. Gözlem ile başlayan tikel olayların incelenmesi suretiyle genel bir yargıya ulaşmak, yeni bilgiler edinmenin tek yoludur. Tümevarım yöntemi seçici ve ayıklayıcı niteliğinden dolayı önyargılıdır. Bu yöntemin uygulanması sırasında genellemelerden kaçınmak olanaksızdır. Tümevarım yöntemini, imajın belirlenmesinde tek ve vazgeçilmez olarak niteleyen fotografi, biraz önce sıraladığım nedenlere bağlı olarak önyargılıdır. Önyargı ise, imaja yüklenen mesajda yanılgı payını yükseltir.

Gerçekliğin Yalınlığı

Genel geçer düşünce sistematiği içinde foto – grafik gerçekliğin yalınlığı üzerinde sıkça duruldu. Yalın sözcüğü sadeliğin veya basitliğin eşanlamıdır. Bu bağlamda öne sürülen tez: Foto – grafik gerçeklik yalın olmalıdır. Biraz önce açıklanan tümevarım düşünce yöntemi içinde yalın olabilmek -araya giren ön yargı ve dil çeşitliliği nedeniyle- mümkün değildir. Mimetik sanatlar içinde nesnel gerçekliğe en yakın yaklaşımı getiren fotografidir. Fotografinin gerçekçi yönü, nesneyi ve toplumsal koşulları bilimsel nesnellikle ele aldığını ileri sürüyor. Bu tez yanlıştır. Çünkü bilimsel araştırma, bilimsel gözlem nesneldir. Bilim, önyargılardan tümüyle uzak olarak, yalın ve kaskatı gerçekliği araştırır. Fotografi ise, büyük ölçüde sezgiye dayalı yapısı ile özneldir. Bu demektir ki, fotografi nesne ve olayların son ve yalın unsurlarını bize gerçekten kavratamaz. Bu üstünlük yalnız aritmetik ve onun yöntemini geometriye aktarmak ile mümkündür. Bu da bir başka düşünce kalıbı yani tümdengelim demektir. Bu kalıp içinde ise yalnız akıl veya sağduyu vardır.

Buradan çıkartılacak sonuç şu olmalıdır: Şayet fotografi bir sanat türü olarak varsa, yaratma eyleminin gerçekleşmesini belirleyen 3 zihinsel işlevi yerine getirmek durumundadır: Bunlar sırasıyla, sezgi, tümdengelim ve tümevarımdır.

Sanat, İletişim ve Fotografi

Çoğu kez sanat ve iletişim arasındaki ilişki -müzik ve sinemada olduğu gibi- birbirine karıştırılmaktadır. Aynı durum fotografi için de geçerlidir. Sanat, kitleyi devimsiz benzeşme yolu ile değil, onun eyleme katılmasını, karar vermesini sağlayacak irdeleme gücüne seslenerek kendine bağlamasını bilmelidir. Çünkü sanatın özünde gerilim vardır, karşılıklı çatışma vardır. Fotografinin sanatsal boyutunun büyük ölçüde teknolojinin sunduğu olanaklar içinde sınırlı kalması nedeniyle, devimsiz benzeşme yolu ile kurmaya çalıştığı iletişim, edilgen bir yapı görünümündedir. Bu iletişim biçimi ise, özünde gerilim ve karşılıklı çatışmanın bulunduğu, sanatın eylemsiz (etkin) yapısı ile akıcı bir diyalog kuramaz.

Brecht, bu bağlamda şunları söylüyor:

“Tiyatromuz, anlama heyecanını kışkırtmalı, gerçekleri değiştirmenin kıvancını duyurmalıdır insanlara. Seyircilerimiz yalnızca Prometheus’un nasıl kurtarıldığını duymakla kalmamalı, aynı zamanda onu kurtarmanın sevincine katılacak yolda eğitilmeli” ²
² GEZGİN, Ahmet Öner, 23-25 Ekim 1991 tarihleri arasında Bristish Council’ün düzenlediği “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Fotoğrafçılık” Sempozyumu’na sunulan “Kabuk Değiştiren Fotografıye Global Bir Yaklaşım” konulu bildiriden.

Sonuç

Fotografi, iletişimsel gücü ve semantik yapısından kaynaklanan yoğun öyküye dayalı, içerik açısından zengin bir görünüm arz eder. Dikkatli bir göz, dört köşe içine sığdırılmış küçük bir konudan koskocaman bir öykü çıkartabilir. Fotografiyi sanatsal boyuttan uzaklaştıran etkenlerden biri olarak değerlendirilen bu durum, yaşamın kendisini yinelemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bir göstergenin genel sanat tarihinin okunma kurallarına bağlanıp sanatsal konuma geçebilmesi için, o göstergenin içeriğinden soyunup, geriye estetik bir okunabilirliğinin kalması gerekir. Ancak o zaman, sanatın okunma kurallarına bağlanıp, sanata gönderme yapabilir.

Artık sanat için gerçeğin, fotografi için söz konusu olacak gerçekten başka olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç, aynı zamanda resim ve fotografi arasındaki ikilemi sonlandırıcı niteliktedir. Ancak, fotografinin bir sanat türü olup olmadığı sorusuna verilen olumlu cevaplar, yanıltıcı niteliklerini hala daha korumaktadır. Çünkü sanat, sonlu ile sonsuz arasındaki yitik birliğin yaratma eylemi yoluyla giderilmesi bilinci ve girişimidir. Fotografi için yaratma eylemi gerçekliğin izidir. Ayrıca bu eylem, zamanın ve mekanın çok dar kesiti içinde oluşmakta, gerçekliği belli ölçülerde çarpıtabilmekte ve dönüştürebilmektedir. Yaratma eylemini bu denli sığ sularda aramak, kanımca yanlış olur.

Bu gözlemlerden sonra fotografi, amaç değil, kendine özgü özel yeteneklerinden dolayı sanatsal ortamın gerçekleşmesinde aracı rol oynamak durumundadır.

Ekim 1992


KAYNAKÇA

  • BARTHES, Ronald, Die Helle Kammer, Bemerkung zur Photographie, Suhrkamp, 1986
  • BROCK, Bazon, Asthetik als Vermittlung, Arbeitsbiographie eines Generalisten, Du Mont, 1. Auflage, 1977
  • FREUND, Gisele, Photographie und Gesellschaft, 1974
  • JAEGER, Gottfried / HOLZHAUSER, Karl Martin, Generative Fotografie, Otto Maier Verlag, Ravensburg, 1975
  • KOSCHATZKY, Walter, Die Kunst der Photographie, dtv, 1987
  • SONTAG, Susan, Über Fotografie, Hanser, 2. Auflage, 1978
  • STELZER, Otto, Kunst und Photographie, Piper, 1978
Tüm yazılar