MENÜ

Öteki Yüz: Fotografinin Bittiği Yer

* “Öteki Yüz: Fotografinin Bittiği Yer / The Other Face: The Place Where Photography Ends” yazısı, rh+ sanart, Türkiye’nin Plastik Sanatlar Dergisi’nin Kasım 2006, 34. sayısında yayımlandı.


Fotografinin gelişim süreci iki önemli dönemi içerir: Birisi; “Depuis ce Jour, la peinture est mort / Bugünden itibaren resim ölmüştür.” Ressam Paul Delarouche’un 19 Ağustos 1839 tarihinde daguerrotype görüntü teknolojisinin dünyaya resmen açıklanışı sırasında söylediği bu abartılı sözlerine kadar geçen daguerre dönemi; diğeri ise, Daguerre ile başlayan ve günümüze kadar süregelen yeni dönemdir. Başlangıç ile bugün arasındaki gelişmeler kapsamında, resim ve fotografinin karşılıklı olarak birbirlerini etkilemeleri, bu bağlamda William Turner’e, “kendi dönemimin geride kaldığına seviniyorum” sözlerini söyletebilecek derecede önemli bir kesimin,  fotografinin resmin yerini alacağına olan inançları, fotografinin sanat olup olmadığı üzerine yapılan tartışmalar, uygulanması yasak olan ve olmayanlar üzerine öne sürülen manifestolar, yakın geçmişe kadar sıkıntısını çektiğimiz ve üzerlerinde tartıştığımız üst başlıklardan yalnızca birkaçıdır.

19. yüzyılda yepyeni bir anlatım aracı olarak ve hatta önceleri sanat olmak gibi bir büyük iddiadan bütünüyle uzak, bir görüntü kayıt aracı olarak dünyaya sunulan fotografiyi ilk kullananların tek amacı, sanatsal anlatımdan önce, işledikleri konuların nesnel ve doğru olarak kaydıydı. Hazır bir imge olarak ortaya çıkmış olan fotografi, diğer plastik sanatların aksine tarih boyunca toplumsal değer yargıları doğrultusunda inceden inceye işlenmiş biçim ve anlam gelişiminin alt yapısına sahip olamadığından, sanat olma iddiasında da bulunamazdı. Ancak şu da bir gerçek ki, teknolojinin yarattığı makine, aynı döneme rastlayan ve görülebilen gerçeği nesnel bir şekilde incelemeye çalışan resimdeki natüralist betimlemeyi sonunda kaybolmaya mahkûm etti. Belki de fotografi, bu işlevi resimden çok daha başarılı bir biçimde yerine getirmek üzere geliştirilmişti.

20. yüzyılın hemen başında ortaya çıkan yeni sanat hareketleri içinde fotografi, bir taraftan teknolojinin gelişim sürecini temsil eden bir araç olduğu kadar, bu sürecin yeni görsel dilini belirleyen makine estetiğinin nesnel, işlevsel ve net anlatım ifadelerine karşılık vermiş, diğer taraftan resim sanatının biçimsel dilinin büyük değişiklikler geçirmesine neden olan bir sürecin başlamasına temel oluşturmuştur. Resim sanatının yeni soyut dışavurumcu anlatım dili fotografiyi kısa zamanda etkiledi. Bu etkileşim sürecinde yeni görsel anlatım olanakları ve fotografinin deneye açık öteki yüzü doğrultusunda deneysel çalışmalar üretilmeye başlandı.

Bilinen nedenlere dayalı olarak aynı yüzyılı yaşayan ülkemizde bu dönem, fotografi hareketi açısından kelimenin tam anlamıyla karanlık bir dönemdir. Fotografinin ülkemizde görsel iletişim sistemi içinde kullanım ve uygulama alanı bulması, yaygınlık kazanması, çağdaş toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek iletişim dilini oluşturması, söze dayalı iletişimden görsele dayalı iletişime geçildiği cumhuriyetle başlayan bir süreçtir. 50’li yılların sonu ve 60’lı yılların başında genel eğilimi belirleyen köy gerçeği, 1970’li yıllara kadar büyük kent gerçeğine,1970-80 yılları arasında ise kenar mahalle gerçeğine dönüştü. Geleneksel ve bölgesel kültür kalıtlarından yararlanan, ulusal geleneklere ve kültüre bağlı bir anlatım dili kullanan, öznel sorunlara öncelik veren ve batının sanat akımlarının dışında kalan 1960-80 yılları arasındaki dönem, sosyal gerçekçi dönemdir. Fotografinin bilinen yüzünün gösterildiği bu dönem doğrudan fotografi, belge ve/veya belgesel fotografi ve fotojurnalizm akımlarına bağlanabilir.

Dönemin katı tutumunun edilgen yapısı, gelişmekte olan dinamikler üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler sonucu, çağdaş sanat ortamına geçişi ve disiplinler arası bilgi akışını geciktirmiştir. Çağdaş düzene geçişte pek çok kavram ve disiplin alışılmışın dışında ve ötesinde tanımlara, yorumlara ve değerlendirmelere kavuşmuş olmasına karşın, fotografinin bilinen yüzünün önerdiği nesnel gerçekliğe dayalı natüralist betimleme alışkanlığının kırılması 80’li yıllara rastlar. Evrensel kültür kalıtlarından yararlanıldığı, evrensel ortak değerlere bağlı olup, ortak anlatım dilinin kullanıldığı ve batının sanat kategorilerine bağlı kalındığı 1980 sonrası dönem, tam anlamıyla bir başkaldırı, bir isyan dönemidir. Fotografi adına çağdaş sanat ortamını hazırlayan bu dönemde fotografiyi kullanan sanatçılar, algılanan dünyadan kareler yakalayan fotografçılardan oldukça farklı bir zeminde durdular. Victor Burgin’in “Fotoğraf Pratiği ve Sanat Kuramı” başlıklı makalesinde getirdiği ayrımla, anlam bulmak ile anlam kurmak arasındaki fark, yine kendi deyimiyle fotoğrafçı fırsatçılığını kullanan sanatçılarla, fotografiyi bir alt yapı elemanı olarak gören ve bu doğrultuda çalışma üreten sanatçıları birbirinden ayıran en önemli fark olarak açıklanabilir. Bu ayrım içinde fotografi temelli çalışma üreten sanatçılar sübjektif fotografi, gerçeküstü fotografi, deneysel fotografi ve kavramsal fotografi akımlarına bağlanabilir.

Türkiye’de 1980’li yıllardan bu yana çağdaş sanat ortamında farklı boyutlarda gündeme gelen çalışmalar, fotografi ile yapılabileceklerin sınırlarını genişletmeye yönelik yaklaşımlardır. Fotografi temelli çalışmaların ülkemiz koşullarında gerek kuram ve gerekse uygulamalı alanda iki farklı düzlemde gerçekleştiği söylenebilir: Birinci düzlemde fotografi nesnel görüntünün nesnelliğini aşarak, bir yandan aracın bir yandan da diğer plastik sanatların tüm teknik, estetik semantik ve pragmatik olanaklarını kullanmıştır. Bu doğrultuda nesnel gerçeklik idealize edilerek düşünsel ortamda yeniden biçimlendirilmeye çalışılmıştır. Burada amaç, nesnel gerçekliğin nasıl düşlendiğidir. Günlük yaşamdan çıkartılan sonuçlar amacın bileşkesini oluştururlar. Bu çerçevede öyle bir öz gözlem vardır ki, insan kendi eylemlerinin keyfiyetini sorgulamaya başlamıştır; izlenimci bakışın yerine bilinci koymuştur. Bu düzlem soyut dışavurumcudur. İkinci düzlemde ise, nesnel gerçeklikte varsayılan soyut kavramlardan ve biçimlerden yararlanılarak, nesnel gerçekliğin aşıldığı konsepte dayalı kavramsal düzlemden söz edilebilir. Burada amaç, fotografiye ulaşmak değil, onu yaratma eylemi içinde araç olarak kullanarak fotografi temelli çalışmalar üretmektir.

Fotografinin genel geçer çerçevesi içinde insan, bir görsel imgeye belli bir açıdan bakmaya zorlanmış gibidir. Çağdaş sanat ortamında fotografi temelli çalışmalarda ise, o imgeye bakışımızda başka yollar öne sürülür, hatta onların keşfedilmesi önerilir. Alışılmış okuma kurallarının dışında, her yönden okumaya açılım gösterir. Gösterilen tarafa kendi birikimleri doğrultusunda okuma olanağı sunulur.

1980 dönemini tetikleyen, dönemin kurama ve uygulamaya dönük alt yapısının oluşmasına katkı sağlayan ve ivme kazandıran birisi olarak, yaşanılan gerçeklik içinde anlam bulmak yönünde an’ı fotograflamak yerine izlemeyi, zaman içinde düş gücünden, bir düş ya da bilinçaltı bir dürtüden kaynaklanan şeylerin imgelerini birleştirerek, öteki gerçeklikle yüz yüze gelmenin akışkan bir yolu olarak, tıpkı tiyatroda olduğu gibi, kendi öznel gerçekliğimi yaratmayı ve çalışmalarıma yansıtmayı denemişimdir her zaman. Bu, önemsiz gibi görünen bir nedene dayalıdır: Önce özgürlük istiyordum; Man Ray’in de dediği gibi yasak olan her şeyin yapıldığı, günlük yaşamın betimlenmesinin ötesinde bir başka iç gerçekliğe açılım gösterecek, geçmişi-bugünü ve yarını aynı anda yaşatacak bir özgürlük. Bu çerçevede, algılanan nesnel gerçekliği soyut dışavurumcu çalışmalara yönlendirdiğim 1989 yılına kadarki dönemden sonra oluşturduğum foto-plastik çalışmalarımda, ayrı kök ve mantık sürecinden gelen bildik malzemeleri kullanarak, kolaj tekniğini yaratıcı, işlevsel ve yeni bir görsel anlatıma ulaşmak için yapılan biçimlendirme süreci olarak değerlendirmeye çalıştım.

Bugün gelinen noktada fotografinin öldüğü söyleniyor. İçinde bulunduğumuz yüzyılda yeni bir çağın, fotografi sonrası çağın başladığına tanıklık ettiğimiz düşüncesi yaygınlık kazanmaya başladı. Kevin Robins “İmaj-Görmenin Kültür ve Politikası” isimli kitabında vurguladığı fotografi öncesi ve fotografi sonrası için bakınız ne diyor:

“Eski teknolojiler (kimyasal ve optik) bu perspektife göre kısıtlayıcı ve yetersiz kalmakta, yeni elektronik teknolojiler de imaj yaratımında adeta sınırsız özgürlük ve esneklik çağının başlangıcını müjdelemektedir. Fotoğrafın kendi otomatikliği ve gerçekçiliği ile yani temeldeki edilgen yapısı ile kısıtlanmış olduğu, fotoğrafçıların hayal gücünün de sınırlı olduğu, çünkü gerçekliği olduğu gibi kaydetmekten başka bir beklentilerinin olmadığı düşünülmektedir. Gelecekte imajları üretme ve işleme olanaklarının arttırılmasıyla, fotoğraf sonrası fotoğrafçı da ‘denetim’ alanını genişletecek, bilgisayarlarda (sanal) imajları üretme kapasitesi ve dolayısıyla imajların ‘gerçek dünyadaki’ göstergelerinden bağımsız olması, fotoğraf sonrası hayal gücüne daha geniş ‘özgürlükler’ sunacaktır.”

Ekim 2006

Tüm yazılar