* Milliyet Sanat Dergisi, 1 Haziran 1989, Sayı: 217
Eğitim Sistemine Genel Bir Bakış
Bu yazıda, salt fotografi eğitimine değinmek, kuşkusuz çok yüzeysel kalacaktır. Makro düzeyde eğitim sistemindeki dönüşümlerin arkasındaki yapısal nedenleri açıklayabilmek için, kısaca eğitimimizdeki çıkmazları toplumsal değişim süreci içinde incelemek gerekecektir. Sorunun incelenmesini böylesine geniş tutunca, konu ister istemez yalnız fotografi ile sınırlanamamakta, tüm eğitim olgusuna yayılmaktadır.
Eğitim, bir yönden insan yeteneklerinin olanaklar ölçüsünde geliştirilmesini, diğer yönden insan topluluklarının sürekliliğini sağlamayı hedefler. Bu süreçte toplumsal kültür birikimini geleceğe aktarır. İnsanoğlunun çağlar boyunca süren bu uğraşı, çağımızda da çok boyutludur. Eğitim, üstünde bugün de düşünülüp tartışılan, sorunlarını çözebilmek için, hemen her toplumun seferber olduğu bir konu. Bu seferberlik, daha iyi bir eğitim, giderek daha sağlıklı bir toplum ve daha yüce bir insanlık adına, öyle görülüyor ki hep sürecek, sürmeli de..
Rasyonel düzeye ulaşmayı amaçlayan uluslararası bu savaşımın ülkemizdeki görüntüsü hiç de iç açıcı değildir. 1950’li yıllardan başlayarak, tüm eğitim düzeni siyasi iktidarların çıkarları doğrultusunda sürekli değişliklerle yaz-boz tahtasına çevrilmiştir. Eğitim düzeninde, çağın gerektirdiği değişimleri yapmak gereklidir. Ancak bu değişimler, eğitimin insancıl ve toplumsal amaçlarından saptırılması, demokratik içerikten tümüyle arındırılması biçiminde olmamalıdır. Çağdaş olmanın bir anlamı da, çağın ötesine geçmektir. Ancak, istatistiki veriler çok daha gerilerde bulunduğumuzu açıkça vurguluyor: Son on yılda, ilkokullardaki öğrenci sayısı yüzde 22’lik bir artış gösterirken, ilkokul sayısındaki artış yüzde 11 dolayında kalmıştır. Aynı dönemde, liselerdeki öğrenci sayısı yüzde 35 artarken, okul sayısı ancak yüzde 14 artış gösterebilmiştir. Dünya Bankası’nın Türkiye’de Eğitim konulu raporuna bakılırsa, yatırımlar içinde eğitimin payı 1968’de yüzde 12 iken, 1985’te yüzde 3’e düşmüştür.
Siyasi iktidarların, eğitim harcamalarını devletin başındaki ağır yükler olarak görmesi sonucu, 50 milyonluk Türkiye’de 11 milyonluk eğitimsiz bir ordu oluşturulmuştur.
Yüksek Öğretim Kurumları bilgi ve deneylerin üretildiği, bilgi ve deney üretme yöntemlerinin aktarıldığı merkezler olması gerekirken, 1980 sonrası bilimsel etkinlik -bir bakıma- durmuştur. Öğretim elemanları, akademik yaşama yabancılaşma içine girmişlerdir. Yüksek Öğretim Kurumları’nda -genel anlamda- bilgi üretme yerine, seçilmiş sınırlı bilgilerin aktarılması istenmektedir. Bu kurumların, bireye bir meslek kazandırmasının yanında, kültür ve sanat ortamı oluşturma gibi önemli bir işlevleri de vardır. Görüşler açıklıkla ortaya konmalı, öneriler tartışılıp olgunlaştırılmalıdır. Ancak öğrenciler sınav, derse devam, harç ödeme, beslenme, barınma ve benzeri sorunlarının derdine düşmüştür. Böyle bir ortamda düşünmek, düşündüğünü söylemek ve bilgi üretmek olanaksız hale gelmiştir.
Yazının buraya kadarki bölümünde, genel anlamda ilk, orta ve yüksek öğretim düzeyinde sürdürülen eğitimin, bugün için oluşturduğu tabloyu, ana hatları ile aktarmaya çalıştım. Genelden özele geçmeden önce, arada köprü görevini üstlenen sanat eğitimi ve bu eğitimi sürdüren kuramların işleyiş biçimlerine değinmekte yarar görüyorum.
Sanat Eğitimi
Sanat eğitimi, bireyin sanatsal yeteneklerinin dışa vurulmasını, geçmişten başlayarak sanatın birikmiş değerlerinin araştırılmasını, geleceğe aktarılmasını ve sosyal-kültürel gelişmenin özümlenmesini amaçlar. Sanat eğitimi, toplumların gelişim süreci içinde usta-çırak ilişkisine bağlı olarak olgunlaşmıştır. 19. yüzyıla kadar sürdürülen geleneksel sanat eğitimi, bireyin el becerisine dayanan, teknik ve kuramsal bilgilerle donatılmış bir sistemdi. İtalya’da görülen bu eğitim sisteminde çırak, ustanın teknolojik ve kuramsal bilgisi doğrultusunda eğitilirdi. Böyle bir eğitim sisteminde uzmanlaşmadan söz etmek, şüphesiz ki mümkün değildir. Endüstri devrimi ile birlikte, geleneksel sanat eğitiminin nitelik ve nicelik yönünden değişime uğradığını görüyoruz. Bu değişimi hazırlayan üç ana faktör vardır:
- Genel eğitim ve öğretimin yaygınlaşması, yani bilginin geniş kapsamlı olarak gelişimi,
- Toplumsal yapının değişimi,
- İletişim araçlarındaki teknolojik gelişim.
Bu faktörlerin sanatı etkilediği ve amacını değişime uğrattığı yadsınamaz. Sanatın üslup, biçim ve kavramsal olarak değişkenliği göz önüne alınırsa, sanat eğitiminde de sürekli bir yenilenme gereği her zaman karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizde bugün 4 üniversite bünyesinde yer alan Güzel Sanatlar Fakültesi sanat eğitimi vermektedir. 2547 sayılı Yükseköğretim Mevzuatının 5. maddesine göre, bütün üniversitelerde güzel sanatlar eğitimi yapılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda birçok üniversitede Güzel Sanatlar Fakülteleri kurulmuştur. 1980 sonrası, üniversiteler düzeyinde getirilen yeni düzenlemelerin, sanat eğitimi veren kurumları ne denli etkilediği ve ayrıca 2547 sayılı yasanın 5. maddesinin amaçladığı yaygın sanat eğitimine ne derece işlerlik kazandırdığı, uzun uzadıya tartışılacak bir konu. Şu kadarını söylemek gerekirse, belirli birikime sahip, belli bir geçmişi olan ve sanat adına yüksek öğretim veren kurumların nicelik olarak azlığı, bunların da kadro yetersizliği, oluşumlarını tamamlamak durumundaki eşdeğer kurumların ihtiyaç duyduğu sanat eğitimcilerinin yetişebilmesini olanaksız kılmaktadır.
Hükümetlerin eğitim politikaları sonucu, her yıl üniversitelere alınan öğrenci sayısındaki sürekli artış, en çok sanat eğitimi yapan kurumları etkilemektedir. Sanat eğitimi, bir kitle eğitimi değildir, amfilerde yapılamaz. Her öğrenci ile ayrı ilgilenmeyi mümkün kılacak atölye ortamına gereksinim duyulur.
Yüksek düzeyde sanat eğitimi veren kuramların hangi kaynaktan öğrenci aldıklarını düşündüğümüzde, ortaya hazin bir tablo çıkıyor: Bugün için orta öğretimdeki sanat dersleri, büyük ölçüde teknik eğitime dönüştürülmüş ya da programlardan tümüyle kaldırılmıştır. Orta öğretimin genelinde, bilimsellikten uzak sanat tarihi dersi dışında, sanat ve sanat kültürü ile ilgili hiçbir etkinlik ve ders yoktur.
Genel eğitimin ve sanat eğitiminin amaçlarının aynı doğrultuda ele alınarak, bilge insan yetiştirme kaynaklarının en kısa sürede etkinliğe kavuşturulması, tüm yetkililere düşen bir görev olmalıdır.
Fotografi Eğitimi
Buraya kadar genel kapsamda eğitim sistemi ve sanat eğitimi kavramlarını açıkladıktan ve üzerlerinde yoğunlaşan sis perdesinin nedenlerini sebep-sonuç ilişkisi içinde somut örnekleriyle inceledikten sonra, ülkemizin bugünkü sosyal-kültürel ve siyasal ortamında, rasyonel düzeyde fotografi eğitiminin yapılabilirliğini söylemek zor olsa gerek. Konunun bu bölümünde, sorunlara geçmeden önce, gelişim süreci içerisinde fotografi olgusuna bir göz atmakta yarar görüyorum.
Yirminci yüzyılın en önemli özelliklerinden birisi, endüstri devriminin bir sonucu olarak değişim gösteren toplumsal süreçtir. Bu süreci hazırlayan nedenlerin başında -daha önce vurgulandığı gibi- bilginin geniş kapsamlı olarak gelişimi ve teknolojinin akıl almaz bir hızla gelişmesi gelmektedir. Karl Pawek’in, içinde bulunduğumuz çağı Optik Çağ olarak tanımlaması yerindedir. Çünkü, içinde bulunduğumuz yüzyılda, bireyin çevresi ile ilişkilerinde asal bölüm, görsel olarak örgütlenmiştir. İletişim araçlarıyla kapsamları genişleyen bildirişim biçimlerinin hemen her çeşidinin izlendiği günlük yaşama, görsel algılama egemendir. Görsel iletişim sistemi içinde araç olarak fotografinin kullanım alanlarının yoğunluğu ve bu alanlarda gösterdiği dil çeşitliliği, fotografi eğitiminin gerekliliğini vurgulayıcı niteliktedir.
Batıda fotografi eğitimi ilk kez 1839 yılında Daguerre ile başlatılan yeni döneme rastlar. Bu dönemde, Fransız Bilimler Akademisi’nde fotografi, bilimsel bir disiplin altında incelenme ve araştırmaya açık tutulmaya başlandı. Böylece, teknolojik gelişimin yanında, eğitim kurumları da yerlerini almaya başladı.
Batıda bulunuşundan çok kısa bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yabancılar tarafından kullanılmaya başlanan fotografi, dinsel baskılar sonucu gelişme gösterememiştir. ¹
¹ Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Engin ÇİZGEN ve Seyit Ali AK’ın araştırmalarından yararlanılabilinir.
Osmanlı döneminde fotografinin bulunuşunun ne denli önemli sonuçlar doğurabileceğinin anlaşılamaması ya da anlaşılmak istenmemesi nedenine dayalı olarak, bu alandaki eğitim sorunu yaklaşık on bir yıl öncesine kadar, yani 1978 yılında Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde Fotoğraf Enstitüsü adı altında bir eğitim kurumunun kuruluşuna dek gündemde kaldı.
Fotoğraf Enstitüsü öncesi Türkiye’de ilk fotografi eğitiminin, eğitim kurumları bünyesinde başlaması, Zeki Faik İzer hocamızın Fransa’dan dönmesinden sonra, fotograf hocası olarak girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde, -bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi- kurduğu fotograf atölyesi ile oldu. Bu eğitim, nedenlerini bilemediğimiz bir şekilde bırakıldı. Bu kesikliğin ardından, zamanın önde gelen isimlerinden Baha Gelenbevi, Şinasi Barutçu ve Kemal Baysal’ın destekleri, Vedat Ar hocamızın, fotograf bölümünün açılması doğrultusunda Akademi yönetimine ilettiği tüm isteklerine rağmen, belirli nedenlerden dolayı gerçekleşemedi. Bu nedenler bugün için, o dönemlerde Akademi’nin yangın geçirmiş olması, bütçe olanaklarının sınırlılığı, gerekli fiziki alanın bulunamayışı, belki de Akademi yönetiminin böyle bir girişime cesaret edemediği biçiminde açıklanmaktadır.
Daha sonraki süreçte sanat eğitimi veren bir-iki kurumda fotografi uygulamalarına başlandı ise de, bir süre sonra bu ağırlık da ortadan kalktı, hatta kaldırıldı. Çünkü, fotografi ile kısa sürede sonuç alınmasının getirdiği avantajlar, bazılarının pek işine gelmemişti.
Fotografinin toplumsal ve sanatsal işlevini yerine getirebilmesi için gerekli ön koşullardan en önemlisi olan eğitimin kurumsallaşması, öncelikle birinci sırayı alması gerekirken geciktirilmiştir. Fotoğraf Enstitüsü olarak kurulan ve 1980 sonrası akademi ve yüksekokullara getirilen yeni kimlik sonucu Mimar Sinan Üniversitesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü’nde Fotoğraf Ana sanat Dalı olarak bağımsız fotografi eğitimini sürdüren bu kurum, böylesine bir gecikmeden sonra, çözüm bekleyen birçok sorunun sorumluluğunu yüklenerek kuruldu.
Ülkemizde fotografi eğitiminin güçlüğü ve önümüze çıkan sorunlar yığını, her alanda ağırlığını hissettiren sosyal-ekonomik ve kültürel çalkalanmanın bir sonucudur. Bu koşullarda, yapısı gereği yatırımı ve üretimi çok pahalı olan fotografinin, yalnızca eğitim / öğretim ile sınırlandırılmış olması, önde gelen sorunlardan biridir.
Gecikmiş bir eğitimin kadro sorunlarına yakın bir gelecekte çözümlenecek gözüyle bakılmamalıdır. Bugünün kadro boşluğunu dolduracak besleme kaynakları yok denecek kadar azdır, hatta yoktur. Geçici olarak kadro açığını kapatmak için getirilen pratikten yetişmiş öğretim görevlilerinin eğitimde oluşturdukları boşluklar, düzeltilemeyecek olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir.
Eğitim içi ders programlarının birçoğunun bilimsel ve sanatsal araştırmalardan çok, öğretiye dayandırılmış olması, nedenselliği büyük ölçüde olumsuz yönde etkilemektedir.
Eğitim kadrosunun fotograf dünyasından soyut ve üretkenlikten uzak olması, öğrenci ile diyalog kurulmasını güçleştirmektedir.
Mekan sorunu, geçici çözümlerle geçiştirilmekte, ideale yakın boyutlarda eğitim binasına bir türlü ulaşılamamaktadır.
Yukarıda sıralanan çıkmazlar, sorunların yalnızca birkaçı. Bu doğrultuda, Türkiye’de eğitim kanalıyla fotografi sanatının gelişmesi, toplumsal ve kültürel bir güç olması, bugünkü dar çerçevesi içinde olanaklı değildir. Aşağıda getirilen çözüm önerilerinin yeni yaklaşım yönleri belirleyeceğini umuyorum.
Çözüm Önerileri
- Fotografi eğitiminin üretim içinde yer alması, yani eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitim ilkesinin benimsenmesi gerekmektedir.
- Kadro boşluklarını dolduracak yarının öğretim elemanlarının, uzmanlaşacakları dallarda derinlemesine eğitilebilmeleri için, yurt dışı eğitim olanaklarının araştırılması gerekmektedir.
- Eğitim içi lisans ders programları, öğrenciyi eleştirisel bir ortamda, soru soracak yönde geliştirilmelidir.
- Tatil dönemlerinde, öğrencilere gezi ya da dış ülkelerdeki sanat okullarında kısa süreli çalışma programları sağlanmalıdır.
- Fotografinin temel eğitimi ilk 2 yılda tamamlanmalı, 3’üncü yılda mesleğe yönelik uzmanlık dalları oluşturulmalı, 4’üncü yılda bu uzmanlık dalları doğrultusunda diploma çalışması öngörülmelidir.
- Yaz dönemlerinde öğrenciye, uzmanlaşacağı dallarda pratik yapma olanakları sağlanmalı ve bu uygulama eğitim kapsamına alınarak, zorunlu kılınmalıdır.
17 Mayıs 1989
KAYNAKÇA
- TANİLLİ, Server – Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?
- SANAT VE SANAT EĞİTİMİ 1, 2 – MSÜ, Güzel Sanatlar Fakültesi Yayını
- FİSCHER, Ernst – Sanatın Gerekliliği
- MSÜ, Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Ana Sanat Dalı Ders Programları
- YENİ FOTOĞRAF Dergisi- Mayıs 1981