* Bu deneme yazısı, AFSAD’ın (Ankara Fotograf Sanatçıları Derneği) 18 – 20 Ekim 2002 tarihleri arasında düzenlediği 6. Fotoğraf Sempozyumuna aynı başlık altında bildiri olarak sunulmuş ve bildiriler kitabında yer almıştır.
Bu denemede, sanat bağlamında fotografi olgusunu -gerek araç ve gerekse de amaç olarak kullanıldığı alanlardaki durumu bakımından- bilim ve tekniğin kaydettiği değişimlerle karşılaştırdıktan sonra, bugünün ve geleceğin toplumunun sanatçıyı nasıl etkilediğini ve etkileyebileceğini sorgulamak istiyorum. Bu yöntem doğrultusunda, insan ruhuna can veren kutsal ateşe sahip olmayan aletlerin egemenliğindeki ultra modern köleliğin yaşandığı yüzyılımızda fotografinin yazgısı sorununu çözümleyemesem bile, kendi düşündüklerim doğrultusunda ortaya koymaya çalışacağım.
Yeni bir yüzyılın içinde bulunmak insana değişikliği çağrıştırır; yirmi birinci yüzyıl denince de bir dönemin artı ve eksileriyle geride kaldığını düşünürüz. Birçoklarının, son 20-30 yılda modern, post-modern, küreselleşme tartışmalarıyla daha çok günahların öne çıkarıldığı yüzyılın ardından yeniçağ dedikleri dönem kuşkusuz gelecekti; ama nasıl bir çağ olacaktı bu? 2000’li yıllar üzerine kendi kendimize sorular sormak, imkanlar dahilindeki birçok soru ile karşı karşıya gelmek demektir. Gelecekte acaba, geçmişten günümüze uzanan gelişim çizgisinde sürekli değişim gösteren, bilim ve tekniğin katkısıyla kullanım alanları hızla artan, kültürel ve estetize edilmiş bir yaşantının ortak paydasını oluşturan fotografi ne şekil alacaktır? Hangi stile uyum sağlayacaktır? Hangi teknikleri içleyip, hangilerini dışlayacaktır? Bunlarla birlikte sosyolojik yapıda hangi rolleri oynayacaktır? Farklı sosyal gruplarla ne tür ilişkiler kurulacaktır? Bütün bu veya çoğaltılacak benzer sorulara verilecek cevaplar, fotografinin sürekliliğine inanmak gerektiği sonucunu doğurabilir. Bu süreklilik bağlamında artık kendi kendimize şu soruyu yöneltebiliriz: Acaba 2000’li yıllarda sanat bağlamında fotografi varlığını koruyabilecek mi? Genel anlamda sanat kavramının kaybolabileceğini kabul etmek için, onun düşünce tarihi içinde ortaya çıkışının tarihle belirlenebileceğini kabul etmek gerekir. Her doğmuş olan ölebilir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda fotografi belki de varoluş nedenine bağlı olarak yok oluşu ile karşı karşıya gelebilir. Bu düşünceyi kabullenmeden önce, insanlık tarihinin geçmişine kısa bir göz attığımızda, geleceğin tüm alanlardaki derinliği önümüze serilecektir.
M.Ö.3500’de yazı bulunduğunda, M.S.100-200’lerde kâğıt bulunduğunda, 1454’te matbaa bulunduğunda, 18. yüzyılda sanayi devrimi insanlığın yaşam biçimini değiştirdiğinde, 19. yüzyılın başlarında fotografi bulunduğunda; Karl Pawek’in tanımıyla Optik Çağ’a adım attığımızda yorum hep aynı oldu: Bundan daha ötesi var mı?
Geçmiş yüzyılda nelerle tanışmadık ki… İnsanların yararlanabilecekleri gelişmeleri bir düşünün: evlerde musluk, elektrik, kalorifer, asansör; sokaklarda atların çekmediği tramvay, otobüs, elektrikle aydınlatma, yer altı trenleri, gramofon, radyo, telgraf, fotografik görüntülerden yararlanarak elde edilmiş resimlerle süslü dergiler, hızla gelişen uçak sanayi, tıp alanındaki çarpıcı gelişmeler, mavi gezegenimizin dışında yeni yaşam belirtilerinin araştırılması, yıldızlara ulaşma çabaları, iletişim araçlarıyla uluslararası, insanlar arası yakınlıklar… Edebiyat, felsefe, fizik, kimya.. Açıkçası tüm bilim ve sanat dallarında akıl almaz ilerlemeler… Yüzyılımıza verilen adlar, sonu nereye varacağı kestirilemeyen değişimin hızını da ortaya koyuyor: Bilgisayar Çağı, Elektronik Çağı, Bilgi Çağı…
Geçmiş yüzyıl daha çok bilimsel ve teknolojik gelişme anlamına gelen bir ilerleme kavramına bel bağlamış, bu yolda çaba harcamıştı. Bu yüzyılın insanı, makinenin kendisine sağladığı rahatlığı, XIX. yüzyılın ikinci yarısından bu yana daha açık bir biçimde görüp anlamakta gecikmedi. Ancak, insanın makine sayesinde elde ettiği yeni güçleri akıllıca kullanıp kullanamayacağı konusunda daha başlangıçta kuşkular vardı. Nitekim makinenin el attığı her alanda, insanoğlunun geçim kaynağı olan eski bir meslek dalı kalkıyordu. Makine, insanı, yapacağı işlerden kurtarırken, onun özgürlüklerini ve yeteneklerini de birlikte ortadan kaldırıyordu. Bir tek tümce ile bugünü ve geleceği endüstri biçimlendirmektedir denilebilir. Böyle bir güce sahip endüstrinin yarattığı toplumun yeni insanı, Ortega’nın dediği gibi, bugünün insanı her şeyi önünde hazır bulmakta; düşünmeye değil, tüketmeye yöneltilmektedir. Tekniğin insan üzerindeki etkisi, insanın kabiliyetlerinin bir kısmını diğer kabiliyetlerinin zararına sömürmek suretiyle, insanı hem yüceltmiş hem de küçültmüştür. Teknik, insanı üstün insana doğru yönelttiği kadar, insanlığa aykırı bir insana doğru da yöneltmiştir. Bilimin elindeki teknik bir kaosu, Dante’nin Cehennem’ine benzer vahşi bir ormanı, bir kargaşayı da yaratmıştır.
Belli bir konuyu belli bir yöntemle, belli bir amaca ulaşmak için araştırmak ve işlemek, hemen tüm bilimlerin ortak niteliğidir. Bilim, bilinenden yola çıkarak bilinmeyeni araştırır. Böylece, kendi özel konusunu oluşturan olaylar arasında değişmez, genel ve kesin ilişkileri kurar. Bilim, kavramların yaratılması ve gerçeklerde araştırılmasıdır. Gerçekliğin araştırılması, bilimin merkezindeki itme gücüdür. Tekniğe gelince: O, daha çok bilimin kuramsal yoldan elde ettiği bulguların gündelik yaşantımızda yararlı ve kullanışlı olmalarına yarıyor. Teknik, en canlı örneğini üretim araçlarında buluyor. Bu açıdan bakıldığında teknik, toplumsal dokuda nesneye yönelik bir altyapı oluşturuyor. Yansız bir davranışla toplumsal dokuda düşünceye yönelik bir üst yapı oluşturarak yalın gerçeği araştıran bilim; bu gerçeği ararken, her çeşit önyargılardan titizlikle kaçınır.
Bugün büyük bir hızla gelişmekte olan teknoloji karşısında bütün ülkelerde ister istemez bir kültür bölünmesinin ya da parçalanmasının varlığını yadsıyamayız. Bugün bütün gelişmiş ya da gelişme eğilimi içindeki toplumlarda, aydın kişiler arasında bir kutuplaşmanın olduğu göze çarpmaktadır. Bir yanda teknolojinin yaratıcısı ya da uygulayıcısı olan bilim adamları varken, diğer yanda sanatçılar grubu bulunmaktadır. Sibernetik, bilim adamını yaratıcı diye adlandırdığı, yaratma eyleminin bilimde ve sanatta aynı şeyler olduğunu savladığı sürece, her kültürün üyeleri kendi alanları içinde, kendilerine özgü bir ortam ve terminoloji oluşturmaya, böylece diğer kültürlerden giderek daha fazla kopmaya, birbirleri arasına adeta aşılması olanaksız birer duvar çekmeye devam edecekler gibi gözüküyor. Güzel kavramının çok ötesinde özel beğeni sınırlarını aşan, yeniyi özgürce araştırırken, özgürlük ve değişikliğin peşinde koşmayı amaç edinen sanat, ne bilimin aradığı gerçek ve doğruya, ne de teknolojinin yarattığı yararlı ve kullanışlıya hiç benzemez; onun yapısı ve dokusu bambaşkadır.
Sanat, bilim ve teknoloji üçgeni içinde, bir yandan teknik bilgi ve beceriye dayalı yönüyle, diğer yandan estetik düzeylerin ürünü olarak fotografinin konumu nedir?
Tarihsel bilgiler ışığında fotografi, başlangıçta teknik bir alet olarak bilimsel deneylerde kullanılmak üzere teknokratlar tarafından geliştirildi. Buluşun Fransız Bilimler Akademisi tarafından dünyaya duyurulmasının anlamı da budur. Madde hakkındaki bilgimizin, X ışınlarının ve radyoaktifliğin bulunması ile ne ölçüde artmış olduğunu göz önüne alalım; üzerlerinde çok işlenmiş deneysel teknikler olmasaydı X ışınları da radyoaktiflik de hala bilinmemiş olacaktı. Uranyumun radyoaktif olduğunun bulunması, fotografinin teknolojik gelişmesinden ileri gelen bir rastlantı sonucudur. Bu, fotografinin bilime hizmette verilebilinecek örneklerden sadece biridir. Fotografinin bilimsel alanlarda kullanımı, insanın dar olan algı sınırlarını aşmasını sağlamasının da ötesinde, devrim ötesi olarak tanımlayabileceğimiz sonsuz kullanım alanlarının başlangıç noktasını oluşturdu.
19. yüzyılda fotografi, yepyeni bir anlatım aracı olarak ve hatta önceleri sanat olmak gibi bir büyük iddiadan bütünüyle uzak, bir kayıt aracı olarak icat edildi. Fotografiyi ilk kullananların tek amacı, sanatsal yaklaşımlardan önce işlenilen konuların nesnel ve doğru olarak kaydıydı. Çünkü, hazır bir imge olarak ortaya çıkmış olan fotografi diğer görsel sanatların aksine, tarih boyunca toplumsal değer yargıları doğrultusunda inceden inceye işlenmiş biçim ve anlam gelişimine sahip değildi. Bilimsel teknolojinin yarattığı makine ile aynı döneme rastlayan ve görülebilen gerçeği kendisine uyumlu kılabilmek için, nesnel bir şekilde incelemeye çalışan natüralist resim bile, biçimsel ve teknik artikülasyon içinde bir ikonografiye sahipti. Ancak, şu da bir gerçek ki, natüralist betimleme aynı yüzyılda fotografinin birdenbire ortaya çıkmasıyla eninde sonunda kaybolmaya mahkûmdu; çünkü, sanat yapıtına bir şey betimleme ya da anlatma işlevinin yüklenmesi, insanın yaratıcı gücünü dizginlemeye çalışması anlamına geldiği görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştı. Fotografi bu işlevi resimden çok daha başarılı bir biçimde yerine getirmek üzere geliştirilmemiş miydi? Fotografinin rolü genellikle sanıldığından çok daha karmaşıktır. Görüntü teknolojisi bulunduğu zaman, bazıları fotografinin resmin yerini alacağına inanıyorlardı. Oysa günümüzde de izlediğimiz kadarıyla sanatçılar fotografiyi yardımcı bir araç olarak kullandılar; tasarım, ışık ve perspektif etkileri elde etmek için ondan yararlandılar. Fotografi resmi öldürmemekle birlikte, ilk işlevi betimleme olan resim türlerinin değerini azalttı. Fotografi yalnız portre resmine sahip olmakla kalmadı. O, aynı zamanda algılanan gerçeğe ait olan her şeyi kendi ilgi alanına çekmeye, bunların görüntülerini oluşturmaya ve çoğaltmaya çalıştı. Hatta giderek, sanatçı fantezisine dayalı soyut değerlerin kompozisyonuna bile el attı. 1857’de Oscar G. Rejlander’in Die zwei Lebenswege çalışması, 1893’te Alfred Stieglitz’in Endstation’u, 1915’te Paul Strand’ın Schatten eines Zaunes’i, 1920’lerde Laszlo Moholy-Nagy ve Man Ray’in fotogram ve rayogramları, 1934’te André Kertesz’in deformasyonları, 1952’de Henri Cartier-Bresson’un küçük İtalyan kasabasında Fırına Ekmek Taşıyan Kadınlar çalışmasındaki geometrik yapılanması ve daha birçokları sınırları zorladı, daha öteye geçme çabaları düşünsel algılama zenginliğinin yollarını açtı.
Halen çağımızda izleri görülen Pop-Art ve sonrasında gelen Minimal-Art, Konsept-Art gibi anlayışlar nasıl birer endüstriyel ortama uymanın yarattığı sanat akımlarıysa, gelecekte endüstriyel-teknolojik ve bilimsel gelişme, insanı kayıtsız şartsız bunların koşullarına uyma durumunda bırakacak, sundukları malzeme ve teknolojiler sanata yansımaya devam edecektir. Boya resim, insan heyecanının bir anlatımı olarak yeni heyecanları yaratmakta devam edebilir. Şayet fotografi dış gerçekliğin betimlemeye yönelik açılımına ve teknolojinin geliştirdiği karar anı yerine, çağına uygun seçenekler yani kavramsal algılama yöntemini katamaz ise, yeni heyecanlar yaratmaya devam edemeyecek gibi geliyor. Bu durumda geleceğin makinesi, sanki gelecekte fotografçının yerini alacakmış izlenimi vermektedir. Bu bağlamda insansızlaştırılmış sanat gibi, sanatsızlaştırılmış bir insanlık durumu akla gelmektedir. Başlangıçta alet yani makine konumunda iken, gelecekte düşünceyi taklit etmeye yöneleceğini bugünden hissettiğimiz bir sanat formu olarak fotografinin durumu, sinyallerini vermeye başlamıştır. Bugün için gelişmiş fotograf makineleri kullanıcısı için teknolojinin ürettiği yararlı ve kullanışlı aletlerdir. Ancak, bilimin geliştirdiği ve yakın gelecekte yaşantımıza girmesi muhtemel olan giyilebilir zekâ ve insan zekasını gölgede bırakacak yapay anlakların kullanımıyla alete yeni boyutlar eklenebilecektir. Varsayımlar doğrultusunda, 21. yüzyılın en önemli küresel sorununun, gezegenimizi insanların mı, yoksa yapay anlakların mı yöneteceğine dikkat çekiliyor ve bilimsel deneylere destek verenlerle, insanlığın üstünlüğünden ve yaratıcılığından yana olanlar arasında kıran kırana bir savaşın yaşanacağına inanılıyor. Yoksa izlediğimiz bilim kurgu filmleri geleceğin habercileri mi? Çağımız bireyi böyle bir durumda ya pragmatist olacak ve yaratılan ortamda yaşayacak, ya da tıpkı geçmişte olduğu gibi başkaldırmaya devam edecektir.
Endüstrileşmenin doruğuna vardığı yüzyılımızda kentleşmenin bugünkü durumuyla sanatçılar ister istemez kendilerine dönmeye, çok dar çerçevede sınırlanmaya, yalnızlığa ve diğer sanat dallarından kopuşmaya itilmişlerdir. Fotografi ile diğer sanat dalları arasında zaten varlığını sürdüren kopuşmuşluk, daha hızlı endüstrileşme, daha hızlı kentleşme, kentlerin daha hızlı yoğunlaşmasıyla 21. yüzyılda daha da artacak gibi görünmektedir.
Sonuç olarak, ressam Paul Delarauche’un 19 Ağustos 1839 tarihinde fotografinin bulunuşunun Fransız Bilimler Akademisi tarafından dünyaya resmen açıklanması sırasında söylediği, “Bugünden itibaren resim ölmüştür / Depuis ce Jour, la peinture est mort” abartılı sözleri bugüne kadar nasıl gerçekleşmedi ise, gelecekte de gerçekleşeceği yok. Ama umalım ki, 2000’li yılların karmaşık altyapı sorunları karşısında bu sözler fotografi için bugünden ısmarlanmamış olsun.
Eylül 2002
KAYNAKÇA
- TURANİ, Adnan, Çağdaş Sanat Felsefesi, Remzi Kitabevi, İkinci basım 1998, İstanbul.
- LYNTON, Norbert, Modern Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, Çeviri. Prof. Dr. Cevat Çapan Prof. Sadi Öziş, İkinci basım 1991, İstanbul.
- GOMBRICH, E.H., Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, Çeviri: Bedrettin Çömert, 4.basım 1992, İstanbul.
- RUSSELL, Bertrand, Bilimden Beklediğimiz, Varlık Yayınları, Çeviri: Avni Yakalıoğlu, 1962, İstanbul.
- BRONOWSKİ, J., Bilim ve İnsan Değer Yargıları, Varlık Yayınları, Çeviri: Ayseli Usluata, 1971, İstanbul.
- WIENER, Norbert, Emek, Sibernetik ve Toplum, Özgün Yayınları, Çeviri: İbrahim Keskin, 1975, İstanbul.
- MÜLLER, Joseph-Emile, Modern Sanat, Remzi Kitabevi, Çeviri: Mehmet Toprak, 1972, İstanbul.
- SONTAG, Susan, Fotograf Üzerine, Altıkırkbeş Yayınları, Çeviri: Reha Akçakaya, 1993, İstanbul.
- GEZGİN, Ahmet Öner, AFSAD 4. Fotograf Sempozyumu, Sempozyum kitabı, AFSAD Yayınları 23, 1992, Ankara.
- FLUSSER, Vilem, Bir Fotograf Felsefesine Doğru, Ağaç Yayınları, Çeviri: İhsan Derman, 1991, İstanbul.
- BREVERN, Marilies V., Künstlerische Photographie, Gebr. Mann Verlag, 1971, Berlin.
- Mimar Sinan Üniversitesi (İDGSA) Sempozyum Kitabı, 2000 Yılına Doğru Sanatlar Sempozyumu, 1977, İstanbul.